Hepimizin günlük yaşantısını daha fazla sorguladığı ya da tam tersine yaşantısını pek de sorgulayamadığı bir dönemden geçiyoruz… Bütün bu sorgulamalar (ya da tam tersi) arasında alışkanlıklarımızı değiştirmek zorunda kaldık. Zorunlu kaldığımız şeylerden bir tanesi vücudumuzun alışık olduğu düzenin, vücudumuzun kendi biyolojik saatinin değişmesi. Bir başka ifadeyle, fizyolojimizin ve hormonal sistemlerimizin alışık olduğu saatin değişmesi. Peki nedir bu biyolojik saat? Neden bizim günlük hayatımız için önemli bir yere sahip? Biyolojik saat kısaca vücudumuzdaki hormonların ne zaman salgılanacağı gibi metabolik işlemleri ve bunlara bağlı olan nabız, vücut sıcaklığı ve uyku gibi hayati fonksiyonları düzenliyor (beyindeki ışığa duyarlı pineal bezi bu konuyla ilgileniyor). Belirli saatlerde olan belirli durumlara verdiğimiz tepkilere, sabah uyanma saatimize, hangi saatlerde daha enerjik hangi saatlerde daha içe dönük olduğumuza biyolojik saatimiz karar veriyor.
Peki bu biyolojik saat ne gibi durumlarda kendini daha çok belli ediyor ve bizim günlük yaşantımızı etkilemeye başlıyor? Örneğin, Covid-19 pandemisi başladığı ilk zamanlarda hepimiz biraz afalladık. Bunun nedeni hem kendi sağlığımız için endişelenmemiz hem de günlük hayat pratiklerinin değişmesi ile ilgiliydi. “Şimdi ne yapacağız? Bundan sonrası nasıl olacak?” sorularını sıklıkla sorar olduk. Aslında bu değişimi dert edinen yalnızca psikolojimiz değil fizyolojimiz de oldu. Çünkü çoğumuz sabah erken kalkmaya, sonrasında koşturarak tüm o şehir hayatının yoğunluğu ile bir yerlere yetişmeye, okula ya da işe vardığımızda da aynı anda birçok şeye odaklanarak öğrenmeye ya da çalışmaya alışkındık. Bu nedenle yine çoğumuz sadece akşam saatlerini daha fazla kendimize ayırarak dinlenebileceğimiz bir alan yaratmayı öğrenmiştik. Ama evlere kapanmaya başladığımızdan beri, uyanma saatlerimiz, çalışma saatlerimiz hiç alışık olmadığımız bir şekilde değişmeye başladı. Hatta en başında tüm işlerimizi tek bir ortamda, hep aynı odada yapmaya başlar olduk. Tüm bunlar bizim saat algımızı nasıl değiştirmiş olabilir? Biyolojik saatin değişmesinde sirkadiyen ritimlerin (24 saatlik periyotlar içinde düzenli olarak değişiklik gösteren biyokimyasal döngüler ve psikolojik davranışlar bütünü) ne gibi bir etkisi olabilir? Aslında sorunun cevabı gözlerimizin, daha doğrusu optik sinirlerimizin bu durumdan nasıl etkilendiği ile ilgili. Optik sinirlerimizden gelen ışık arttıkça ya da azaldıkça vücudumuz uyuma-uyanma saatini algılayabiliyor; bu da kendimizi zaman zaman uykulu hissetmemize sebep olan melatonin hormonunda değişikliklere yol açıyor. Gece geç saatlerde yapılan işler, uyku-uyanıklık düzeninin değişmesi, gündüz gece döngüsünün değişmesi gibi durumlar biyolojik saatimizi etkiliyor. Aynı jet-lag olarak bilinen, farklı saat dilimlerinde olan bir ülkeden ötekine yapılan uçuşlarda yaşanan yorgunluk ve uykusuzluk sorunları gibi. Yine de yeni saat dilimlerine adapte olabiliyor ve bu sorunları hızlıca aşabiliyoruz. Benzer şekilde, uzunca bir süredir pandemi nedeniyle daha az dışarıdayız, daha az gün ışığı alıyoruz. Bunun yanında bolca ekran ve suni ışığa maruz kalıyoruz. Dolayısıyla, biyolojik saatimizin değişmesi kaçınılmaz. Vücudumuz ise aylardır pandemiye uyum sağlamak için kendini yeniden düzenliyor. Pek çok kişinin son dönemde yaşadığı uyku sorunları, odaklanma güçlükleri, isteksizlik, yorgunluk ve halsizlik gibi şikayetler biraz da biyolojik saatimizdeki değişikliklerden kaynaklanıyor. Bu dönemde, bu büyük değişikliklere uyum göstermeye çalışan vücudumuza, biz de gün içinde kısa yürüyüşler ve hafif fiziksel aktiviteler yaparak, sağlıklı ve düzenli beslenerek ve uyku hijyenimize özen göstererek destek olabiliriz. Tabii, pandemi sonrası eskiye dönüş ile beraber yeniden uyum süreci bizi bekliyor. Neyse ki bu konuda vücudumuz ne yapacağını biliyor.