Depresyon: Aslında ne?

Hepimizin zaman zaman kendini kötü hissettiği, çaresizlik, mutsuzluk gibi duygular yaşadığı, karamsarlık içerisinde olduğu ve hatta bu duygu değişimlerini yoğun hissettiği dönemler oluyor. Bu dönemlerde, bazılarımız şunu düşünmeye başlayabiliyor: “Ben depresyonda mıyım?”. Öncelikle şunu belirtmek gerekir; depresyon, sadece ruhsal olarak kendimizi kötü hissetme hali değildir, bundan çok daha fazlasıdır ve ciddiye alınması gerekir. Depresyon bunu yaşayan kişi için yalnızca duygu durum bozulması nedeniyle değil, kişinin hissettiği tüm bu kargaşayla başa çıkma gücünün zayıflamasıyla ve kendisini sürekli bu ruh hali içerisinde bulmasıyla karakterize olmuş zorlu bir süreçtir.

Peki nedir bu depresyon? Neden ciddiye alınması gerekir?

Depresyon, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayınladığı Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı (DSM) 5’te tanı kriterleri kesin bir şekilde belirtilen bir duygudurum bozukluğudur. Depresyonda belirtilerin en az 2 hafta sürmesi ve tekrarlanan depresif nöbetler şeklinde olması beklenmektedir. Depresyonda olan kişinin kendi duygu, düşünce ve davranışlarında olumsuz yönde farklılıklar ve fizyolojik olarak da sorunlar yaşadığı gözlemlenebilir. Kişinin döngüsel ve sürekli olarak kendini üzgün, mutsuz, umutsuz ve kederli bir ruh hali içerisinde hissettiği, çaresizlik yaşadığı, diğer insanlara göre geçmeyen ve kronikleşen bir karamsarlık içinde olduğu görülür. Bireyin benlik saygısı düşer, enerjisi azalır, önceden zevk aldığı şeylerden zevk alamaz hale gelir. Bir yandan da depresyonda olan bireyin davranışsal olarak daha içine kapanık olması, gittikçe durgunlaşması, kendisini toplumdan soyutlaması olasıdır. Fizyolojik olarak ise, depresyon yaşayan bir bireyde gözlemlenebilecek en belirgin farklılıklar giderek bozulan uyku düzeni, iştahsızlık ve kilo kaybı olacaktır. Duygusal, düşünsel, davranışsal ve fizyolojik olarak ortaya çıkan bu değişikliklerin, kişiyi intihar düşüncelerine ve girişimlerine kadar sürüklemesi depresyonun olası en kötü sonucu olarak nitelendirilir.

Depresyondan söz ettiğimizde, bu psikopatolojinin sadece tek bir türü ya da sabit belirtileri olduğu fikrine kapılmak yanlış olacaktır. Bireylerin yaşadığı durumlar “Postpartum Gebelik Kökenli Depresyon” (Lohusa depresyonu) gibi dönemsel bir şekilde kadınların doğum sonrasında yaşadığı süreci ifade edebileceği gibi, daha ağır ve kronik belirtiler yaşayan kişilerin de “Majör Depresif Bozukluk” içerisinde olabileceği bilinmelidir. Majör Depresif Bozukluk yaşayan birinde, DSM-5’te de belirtilen temel tanı kriterlerinin yanında, 2 haftadan daha uzun süreli yaşanan, melankoli ağırlıklı, psikotik ve katatonik özellikler gözlemlenebilir. Örneğin Majör Depresif Bozukluğun ağır seyrettiği hallerde, kronikleşmiş bir şekilde hayattan zevk alamama, hiçbir sorumluluğunu yerine getirememe gibi şikayetlerin yanında, gerçek olmayan duyusal deneyimlerin yaşandığı hatta bunun bazen fiziksel boyutta etkilerinin olduğu bilinmektedir.

Bütün bunlar dikkate alındığında, depresyon ile ilgili farkındalığın artması oldukça önemlidir. Aksi takdirde, “ben depresyondayım” ya da “depresyona giriyorum” gibi ifadelerin sıklıkla hafife alınarak kullanıldığı ve bu psikopatolojinin ciddiyetinin azaltıldığı gerçeğinden kurtulamayacağız. Depresyonun sadece üzgün olmaktan farklı ancak daha hafif veya daha ağır seyredebilen bir ruhsal bozukluk olduğunu vurgulamak isteriz. Bununla beraber, depresyonun tedavi edilebilir bir ruhsal durum olduğunu da bilmek gerekir. Hem psikiyatrist hem de klinik psikolog yardımıyla, gereken durumlarda psikoterapiyle birlikte ilaç kullanımının depresyonun üstesinden gelinmesinde oldukça tatmin edici sonuçlar verdiğini görüyoruz.

Yazan: Bilge Korkmaz

Düzenleyen: Yeliz Şimşek Alphan & Beyza Ünal