Hayatın İçinden: LGBT+

Bir önceki yazımızda LGBT+ teriminin ortaya çıkışından, tarihinden ve psikoloji/psikiyatri dünyasının bu konuya olan bakış açısından bahsetmiştik. Bu yazımızda ise LGBT+ bireylerin neredeyse hayatlarının her alanında karşı karşıya kaldıkları damgalanma ve ayrımcılıklar ile bu ayrımcılıkların yarattığı psikolojik etkiden bahsetmek istiyoruz.

LGBT+’lara yönelik nefret, korku, hoşnutsuzluk, önyargı ve ayrımcılık gibi davranışlar geniş anlamıyla homofobi olarak adlandırılmaktadır.  Homofobi, yalnızca bireysel bir sorun olarak değil kişilerarası ilişkileri yapılandıran ve kültürle, anlam sistemleriyle, kurumlarla, sosyal geleneklerle ve politikayla yakından bağlantılı olan bir sosyal psikolojik değişken olarak, ayrımcılık pratikleri ve şiddetle ilişkilidir. Bunun sonucunda da kişilerarası ve/veya gruplar arası hiyerarşinin “doğal” olduğuna, bazı grupların diğerlerinden doğal olarak üstün olduğuna ilişkin inançlar ortaya çıkmaktadır (TODAP, 2017). Bu özgül inançlar nedeniyle grup normlarına uymamanın zorbalığa ve ayrımcılığa uğrama riskini arttırdığı göz önünde bulundurulduğunda, LGBT+ bireylerin, çevreleri tarafından sözel aşağılanmadan fiziksel saldırılara kadar her türlü şiddete maruz kaldığı bilinmektedir . Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre LGBT+ bireylerin %84’ü cinsel yönelimleri nedeniyle sözel zorbalık, %91’i de homofobik içerikli etiketlere maruz kalmaktadır. Ayrıca LGBT+ öğrencilerin %39’u cinsel yönelimleri nedeniyle fiziksel şiddete uğradıklarını belirtmiştir (Kosciw, 2004). Rivers (2001) ise LGBT+ öğrencilerin okullarda homofobik içerikli isim takılmasına (%82), diğerlerinin önünde küçük düşürülme (%71) ve fiziksel saldırı (%60) gibi zorbalıklara maruz kaldıklarını belirtmiştir.  Benzer şekilde, Türkiye’de yapılan çalışmalarda da eşcinsel bireylerin şiddet, taciz ve ayrımcılığa maruz kaldıkları; ayrıca açılma süreçlerinde olumsuz yaşantılar nedeniyle kaygı ve korku yaşadıkları bulunmuştur (Kabacaoğlu, 2015; Uluyol, 2016).

Son on yılda, özellikle okulda ve diğer kamusal alanlarda şiddete maruz kalan LGBT+’ların oranındaki artış, LGBT+ görünürlüğünün artışına paralel olarak oluşmuştur. Şiddet, pek çok durumda aile içinden başlayarak, bireyin okulda akranlarıyla yaşadığı sorunlar ve hayatı boyunca sokakta toplum tarafından maruz kaldığı tutumlar ile devam etmektedir. Bazı ailelerde kişilerin cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri anne, baba ve akrabaların istismar edici tepkileriyle cezalandırılmaktadır (TODAP, 2017). Örneğin, küçük yaşlardan itibaren ebeveynlerimizin cinsiyetimize bağlı olarak bizden nasıl giyineceğimiz ya da nasıl davranacağımız ile ilgili birtakım beklentileri olmaktadır. Çocuklar toplumsal olarak dayatılan “kız çocuklar bebekler ile erkek çocuklar ise arabalarla oynar” gibi beklentileri onlara alınan oyuncaklar doğrultusunda karşılamak zorunda hissedebilirler. LGBT+ bireylerin uğradığı şiddet bu kadarla kalmayıp, eğitim hayatlarında, çalışma hayatlarında ve işe alım süreçlerinde de ortaya çıkmaktadır. Çoğu eşcinsel/biseksüel ve/veya trans, bir işte çalışıyor olmasını kesinlikle cinsel yönelimini saklamasına borçlu olduğunu ifade ederken, onların bu deneyimi de aslında LGBT+’ların çalıştıkları yerlerde görünür olmama nedenini açıklamaktadır. İşe alım sürecinde kendini açık etmeden başarıyla bir işe girebilen LGBT+’lardan, çalışma hayatlarına devam edebilmek için kendilerini maskeleyerek sosyal olarak kabul edilebilir şekilde görünmeleri veya davranmaları beklenebilir. (TODAP, 2017). Bütün bunlara ek olarak insanın en temel haklarından bir tanesi olan sağlık hizmetlerinde dahi LGBT+ bireylere yönelik ayrımcı davranışlarla çok sık karşılaşılmaktadır. Örneğin tüm LGBT+ bireylere karşı HIV pozitif olduklarına dair bir varsayımla yaklaşılmakta ve bu durumu neden göstererek kan alma işlemlerini veya ameliyatları reddeden doktorların olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, intersekslerin ise herhangi bir tıbbi gereklilik olmadığı halde ve kendi cinsiyetleri ile ilgili karar verme hakları hiçe sayılarak, doğar doğmaz veya çok erken yaşlarda ameliyat edildiği ve interseks çocukların, ailenin veya doktorların tercihleri doğrultusunda kararlaştırılan cinsiyete uygun şekilde büyütüldüğü bilinmektedir (TODAP, 2017). Bu noktada LGBT+ bireyler hakkında çıkan haberler ve LGBT+ kimliklerin medyaya yansıtılma biçimi değinilmesi gereken bir diğer noktadır. Normalde haber içeriğinde söz konusu kişiden sadece bir şahıs olarak ismi ile bahsedilirken, LGBT+ bireylerin dahil olduğu durumlarda kişinin cinsel yönelimi biliniyor ise özellikle “gay”, “lezbiyen” gibi vurgular yapılmaktadır. Burada amaç olaydan çok kişinin yönelimine vurgu yaparak yön değiştirmek bir başka ifadeyle algıyı yönetmektir.  Tüm bunlar LGBT+ bireylere yönelik aile içinde, arkadaşlar arasında ve toplumda karşılaşılan şiddet türlerinin yalnızca bir kısmını ifade etmektedir. Bir diğer deyişle, tüm bunlar sadece kişilerin dile getirebildiği ve aslında çok büyük boyutlu olan psikolojik/fizyolojik şiddetin görünen yüzüdür.

Bir kişinin tüm bu yaşantılardan nasıl etkilendiği, bu yaşantıların sıklığı, şiddeti ve süresiyle bağlantılıdır. Buna göre, kişinin cinsel yönelimi ve/veya cinsiyet kimliği dolayısıyla maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılık ne kadar uzun süreli ve şiddetliyse, etkilerinin de o derece olumsuz olabileceğini öngörmek zor değil. Bahsi geçen olumsuz yaşantılara maruz kalma yaşı küçükse ve kişinin gelişim süreci boyunca devam ediyorsa, kişi üzerinde çok daha fazla olumsuz etki bırakabileceğini biliyoruz. Öte yandan, LGBT+ olmayanların psikososyal sorunları, ne olursa olsun onların cinsel yönelimine veya cinsiyet kimliğine bağlanmazken, LGBT+ bireylerin psikososyal sorunlarını, doğrudan cinsel yönelim/ cinsiyet kimlikleriyle ilişkilendirme eğilimi olabiliyor. Cinsel yönelim ve/veya cinsiyet kimliği, kişiyi anlama sürecinde zihinde çok merkezi bir yerde durabiliyor. Cinsel yönelim/cinsiyet kimliğinin, kimlik gelişimi içinde önemli bir boyut olduğunu yok saymadan, ancak tüm tabloyu da buna atfetme hatasına düşmeden, kişilerin tüm ruhsal süreçlerinin cinsel yönelimlerinden/cinsiyet kimliklerinden kaynaklanmadığını unutmamak gerekiyor (TODAP, 2017).

KAYNAKÇA

Kabacaoğlu, G. (2015) Gey ve Lezbiyenlerde Açılma Süreci: Nitel Bir Çalışma. Ankara, Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bilim Dalı

Kosciw, J. G. (2004). The 2003 National School Climate Survey. The School-Related Experiences of Our Nation’s Lesbian, Gay, Bisexual and Transgender Youth. GLSEN (Gay, Lesbian and Straight Education Network)

Rivers, I. (2001). The bullying of sexual minorities at school: Its nature and long-term correlates. Educational and Child Psychology, 18(1), 32–46.

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP). (2017). Psikologlar için LGBTİ’lerle çalışma kılavuzu.

Uluyol, F. M. (2016). Relationship Between Bullying Experiences Related with Gender Identity, Sexual Orientation and Social Support and Psychological Well-Being. Journal of Clinical Psychiatry19(2), 87-96.

Yazan: Bilge Korkmaz

Düzenleyen: Yeliz Şimşek Alphan & Beyza Ünal

Bookmark the permalink.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir